İslam Dünyası ve İnsan Hakları

10 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi teoride derin felsefi temellere dayalı ve fakat pratikte büyük insan hakları ihlallerinin bir sonucuydu. Bildirgenin yayımından sonra birçok Müslüman ülke daha yeni bağımsızlığını kazanmış durumdaydı. Bu yüzden Batı dünyasında insan hakları konusunda gerçekleşen gelişmelere İslam Dünyası tarafından bir süre kayıtsız kalınmıştır. Kayıtsız kalınmasının diğer bir sebebi otoriter rejimlerin hüküm sürmesinin yanında İslam dininin, insanı zaten koruduğu düşüncesiydi. Öte yandan sömürge olmaktan kurtulan Müslüman ülkelerin dünya çapında hâkim olan ulusalcılık, devrimcilik, sosyalizm vb. ideolojilerdeki başarısızlıkları sonrası 1967 sonrası “İslami uyanış” söylemine dönüşü de İslami insan hakları bildirgelerinin hazırlanmasında rol oynamıştır.

İslam dünyasında ilk başlarda Avrupa merkezli İslami sivil toplum örgütleri eliyle bir kısım bildirgeler hazırlanmıştır. Daha sonra Arap Birliği ve İslam Konferansı Örgütü tarafından BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi formatında insan haklarına ilişkin belgeler hazırlanmıştır.

İslam’da insan hakları tam olarak bu ad altında olmasa da fıkhi bir mesele olarak geçmişten beri ele alınmıştır. Ancak 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren İslam Dünyasında “insan hakları” müstakil bir kavram olarak ele alınmaya başlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası hazırlanan BM Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi ve devamında uluslararası arenada imzalanan İnsan Hakları belgelerinin bu durum üzerinde etkisi büyüktür. Öte yandan Batı menşeili belgelerin laik temelli oluşu dini ve kültürel özellikleri yok saymayan insan hakları belgelerinin hazırlanması yönünde düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dünyada İnsan hakları söylemlerinin önem kazanması Müslüman düşünürlerin de bu alana yönelmelerine neden olmuştur. Öte yandan otoriter ve birey aleyhine aşırı bir güç dengesizliği oluşturan devlet yapıları insan hakları konusunda çalışmalar yapılmasını gerektirmiştir.

Pek çok İslam düşünürü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin(İHEB) insanlık için yeni şeyler getirmediğini, bütün temel ilkelerin bazı farklılıklarla İslam Dininde en baştan var olduğunu savunmuştur. İHEB’in ortaya konulmasından sonraki 20 yılda çoğu tarihsel ve psikolojik nedenlerle bu bildiri İslam Dünyasında şüpheyle karşılanmıştır. Ancak yirminci yüzyılın son çeyreği itibariyle İslami sivil toplum kuruluşları ve devletler tarafından konferanslar yapılmış İnsan Hakları Bildirisi adı altında bazı beyanname ve bildiriler ilan edilmiştir. Arap Ligi ve İslam Konferansı Örgütü tarafından yine insan hakları üzerine çalışmalar yapılmış ve bildiriler hazırlanmıştır. Söz konusu bildiriler aşağıda ele alınacaktır.

Çağdaş Müslüman düşünürler insan hakları konusunda iki dayanak noktası öne sürmektedirler. İlki, İslam dininin doğduğu zaman insan haklarını oluşturup garanti ettiği ve ilkeler ortaya koyduğu görüşüdür. İkincisi ise insan hakları kavramının Müslüman olmanın bir nimeti olarak inanan kişinin vicdanını zorlamasıdır. Çünkü insan hakları doğrudan Kur’an ve sünnetten kaynaklanmaktadır. İnsan haklarının kaynağını Aydınlanma felsefesi olarak gören Batılı düşünürler ve evrensellik iddiası üzerine kurulu BM İnsan Hakları Bildirisi karşısında İslam Dünyası savunmacı bir pozisyon almıştır.  Bu aynı zamanda “oryantalizm” adı altıda Müslüman halk ve İslam hakkındaki olumsuz girişimlere karşı da bir tepki niteliğini taşımaktadır. Bu tepkinin iki yönü bulunmaktadır. Birincisi Batı kaynaklı kültürel modellerin, doktrinlerin, sosyo-politik ve ahlaki değerlerin reddedilmesidir. İkinci yön ise; Uluslararası örgütler aracılığıyla oluşturulan insani değerlerle orijinal İslami mesajlar arasında dengenin sağlanmasıdır. Kur’an’da verilen temel mesajları modern dünyanın diline çevirmek yani İslami İnsan hakları bildirgeleri hazırlamakla bu denge sağlanmaya çalışılmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini bütün kültürlerin özelliklerine saygılı olabilecek bir şekle dönüştürmek için yeniden gözden geçirilmesi talepleri söz konusu olmuştur.

İslam dünyasında yayınlanan insan hakları bildirilerinin, İslam coğrafyasında meydana gelen insan hakları ihlallerine çözüm bulma amacından doğmadığını söylemek büyük oranda doğrudur. İslam doğduğu çağda yerleşik pek çok geleneği çok hızlı bir şekilde değiştirmiş, çağı aşacak şekilde köleliği tasfiye sürecine geçmiştir. Bunun yanında değersiz bir varlık olarak görülen kadının haklarını sayarak onu eşit bir insan olarak topluma dahil etmiştir. Öte yandan bir kuşun yuvasının bozulmasını dahi hoş görmeyecek bir ahlak sistemi öğütlemiştir.

Batılı toplumun aydınlanma çağı itibariyle ortaya koyduğu temel değerlerin “öz” itibariyle İslam’ın öğretileri ile örtüştüğü bir gerçektir. Müslüman düşünürler her ne kadar asırlardır uygulayamamış olsalar da İslam’ın insana verdiği değerin Aydınlanma sonrası ortaya çıkan değerlerin kökenini oluşturduğunu bu nedenle İslam dünyası için yeterli olduğunu düşünmüşlerdir. Batı’da oluşturulan sistemden daha üstün veya İslam ülkeleri için daha ideal olan hak bildirgeleri hazırlamışlardır. İnsan hakları konusunda ikiyüzlü davrandıklarını düşündükleri Batı’ya karşı tepki niteliğinde olan bu çalışmaların İslam Dünyasında gerçekleşen hak ihlallerini önleme maksadıyla hazırlanmadığını bu sebeple söylemekteyiz. İslam Dünyası ülkeleri tarafından hazırlanan belgelerin hiçbirinde insan haklarının korunmasına dönük mekanizmaların oluşturulmamış olması bu durumun bir göstergesidir. Elbette İslam ülkelerinde vuku bulan hak ihlallerinin tamamıyla etkisiz olduğunu söylemek haksızlık olacaktır. Bilhassa Filistin sorunuyla baş gösteren insan hakkı ihlalleri bu İslam Dünyasında insan hakları konusunda belli oranda bir bilinç oluşmasına neden olmuştur.  

İslam’a göre insan hakları ilahi kökenlidir. Yaratıcı tarafından bütün insanlığa bahşedilen bu haklar hiçbir otorite ya da yönetici tarafından ihlal edilemez niteliktedir. Dokunulması, değiştirilmesi vazgeçilmesi mümkün olmayan haklardır. Hakların eşitlik ve özgürlük temelli laik bir anlayışa dayandırıldığı BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile felsefi temelleri bakımından ayrı bir konumdadır.

İslam hukuku, devlet gücü karşısında bireyin durumuna hukuk devletine yakın bir çözüm sunmaktadır. Yönetici tıpkı diğer insanlar gibi ilahi kanunlarla bağlıdır. Kuran ve sünnetin getirdiği sorumluluklar bakımından devlet vatandaşı ile yöneticinin durumu aynıdır. Zulüm, adaletsizlik, insan onurunun incitilmesi İslam tarafından yasaklanmaktadır. İslam ilk doğduğu tarihten itibaren insan haklarına ilişkin emir ve yasaklar getirmiştir. Kuran ve Sünnette haksızlık, adaletsizlik, işkence açıkça yasaklanmıştır. Can, mal, namus ve mal güvenliğinin, kadın haklarının garanti edildiği Veda Hutbesi İslam tarihinde ilk insan hakları beyannamesi sayılmaktadır. İslam dünyasında hazırlanan insan hakları bildirileri şu şekilde sıralanabilir.

Evrensel İslam Beyannamesi(15 Nisan 1980)

 İslam Evrensel İnsan hakları Bildirisi(19 Eylül 1981)

Kahire İnsan hakları Beyannamesi(5 Ağustos 1990)

İnsan Hakları Arap Şartı(30 Haziran 1990)

Kubilay REŞBER